Sayfalar

7 Aralık 2011 Çarşamba

FUTBOL PRENSİ ( BİTMİŞ PROJE)


YÖNETMEN: Fatih Çevik

Liverpool fc ile TRTSPOR ortaklığında gerçekleştirilen futbol prensi programı meslek hayatımdaki en yorucu iş olmasının yanısıra bir o kadar da keyif verici bir projeydi. Sonunda TSYD tarafından televizyon ödülleri dalında ödüle layık görülmesi ise işin tuzu biberi oldu.


    2012 TSYD ÖDÜL TÖRENİ



FUTBOL PRENSİ GENEL TANITIM



FUTBOL PRENSİ FİNAL GECESİ YAYINI


FUTBOL PRENSI SON BOLUM ile kazimkarabekirpasa


FUTBOL PRENSİ'NİN YAYINLANMIŞ BÖLÜMLERİNE BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ.



http://www.youtube.com/user/footballprensi?feature=chclk
 

26 Temmuz 2011 Salı

ÇINGIRAKLI YILAN


    Deneyim, yaşamak denen eylemin belki de en önemli sonucudur. Çok erken yaşlarda başladığım çalışma hayatımda ise her gün yeni bir şey öğreniyorum, o da hala bir şey öğrenmediğim...


    İşim icabı bir çok kişiyle ailemden daha çok zaman geçirdim her zaman. Yine işim icabı çok da mücadele ettim. Çalıştığımız sektör sürekli bir yarış biçiminde tüketir zamanımızı. Sürekli bir kendini yenileyiş, sürekli zinde olmak, işini tüm hayatından önde tutmak , sıradan meslek sahipleri gibi sadece bildiğin işi yapmak değil, her şeyden bir parça anlamak... Bu, bu işi yapan tüm meslektaşlarımın, kalıcı olmak için yapması gereken fedakarlıkların sadece bir kısmıdır. Bu sektör, insanın sürekli uyanık ve işlevsel olmasını gerektiren bir mücadeleyi ihtiva eder. Büyük çoğunluk bu stresli yarışa katlanırken, bazıları ise başka bir yolla hayatta kalırlar. Onlar bu yöntemi uygularken aslında diğerlerinden daha büyük bir fedakarlık içine girerler. Hayatta kalmak için insanlıklarından olurlar. Onlar artık birer çıngıraklı yılandırlar.


    Bu işi nerde nasıl öğrenirler bilmem, belki de DNA 'larında kodludur, emin değilim ama bu kabileyetteki arkadaşlar azımsanmayacak kadar fazladırlar. Birden bire aranıza giriverirler, şirin, güleryüzlü, biraz cıvık ama ilk başta hoş bile bulduğunuz tiplerdir. O kadar sevimli görülmelerinin sebebi ise herkese duymak istediklerini söyleyen tipler olmalarıdır. Sizi överler, size bir şeyler ısmarlarlar, gönlü de vicdanı da bol insan imajını çok iyi oynarlar. Bu onların kuluçka dönemidir. Çıngıraklarıyla önce sizin duyularınızı yok ederler ardından da sizi zehirlemeye başlarlar. İçinize akıttıkları zehir bir sarhoşluk hali oluşturur ve haliyle ötmeye başlarsınız. Tüm avlarını aynı yöntemle tanırlar. Çok nadirdir bu oyunlara uyananlar, onlarda ilk yok edilecekler defterine kaydedilir. Kuluçka dönemi toplanan donelerle biter. Bu arada asıl hedef çok sıkıştırılmadan okşanır, sevilir, yalakalığı itinayla yapılır. Peki kimdir bu hedef tabi ki grubun en güçlüsü. Bunun için özel bir yetiye ihtiyaç duymaz, DNA kodları yeterlidir. Hemen deri değiştirip esas avı neden hoşlanıyorsa ondan hoşlanır, neden nefret ederse de ondan. İnsanın en zayıf duygularını yine onu sersemletmek için kullanır. Çıngırağı artık avı neyi duymak isterse onu söylemeye başlamıştır. Bir yandan da topladığı bilgileri, yavaş yavaş zehirine bulayıp, servis etmeye başlar. Bu uzun bir zaman alır ama soğukkanlıdır çıngıraklı yılanlar. Yavaş yavaş övgüye alıştırırlar avının bünyesini ta ki bağımlılık haline gelinceye kadar. Bu arada listelerinde bulunan avlarını da bir bir yok etmeye başlarlar. Önce topladıkları doneleri, allar pullar  ve servis ederler ,yeni avlarına. Bu yoğun ilginin hemen ardından  gelen istihbaratlar insanın çok hoşuna gider. Ama bir süre sonra verilen zehrin dozajı artacaktır. Çünkü avına tutkuyla bağlanır çıngıraklı yılanlar. Artık iki taraflı bir bağımlılık haline gelmiştir bu... Bu arada bir çok insan telef olur... kimisi imha edilir kimisi de duramaz olur ve gider.


    Bir süre sonra bakarsınız ki ortamda sadece tıslayanlar kalmış. Bir de bu düzenin devam etmesi için gerekli tipler. Ama çoğu av bir gün uyanır, uyanır ama çok geç olmuştur, girdiği günahlardan dönmek. Çıngıraklı yılan ise böyle bir uyanışa dayanamaz, bir anda gerçek yüzü ortaya çııkar, hırçınlaşır, çıngırağını acı acı sallar artık. Eğer ortamdan uzaklaştırılmaz ise gerçekten dert olur insanın başına. Ya boyun eğersiniz, sizi tekrar sevmesine izin verirsiniz ya da gürültülü biçimde ayrılırsınız.


    Peki ayrılınca ne yapar çıngıraklı yılan?... Dedik ya DNA' sında kodludur diye, ele geçirilecek yeni bir yuva bulmak için koklamaya başlar havayı.


    Peki hiç cezalarını bulmaz mı bu yılanlar?.... Tabi ki bulurlar hatta doğuştan cezalıdırlar. Tüm ömrü boyunca omurgasız yaşayıp, başını yerden kaldıramamak kadar büyük bir lanete sahip olmaktan daha büyük bir ceza olabilir mi sizce?...

22 Temmuz 2011 Cuma

SPOR BAHANE (BİTMİŞ PROJE)




PROJE DİREKTÖRÜ: FATİH ÇEVİK
YAPIM: 24 SPOR SERVİSİ

Türk Spor Medyası'na yeni bir soluk katan SPOR BAHANE programı 24 Spor servisinin özgün fikirlerinin yeni ürünü. Spor'un bir münakaşa aracı değil, sadece ve sadece bir eğlence olduğunun altını çizen program benzersiz bölümleri ve tarzıyla da  bir ilk olmayı başarıyor. iyi seyirler.




15 Temmuz 2011 Cuma

BANA YALAN SÖYLEDİLER...



    Sözüm meclisten dışarı dostlar son günlerde  kendimi hıyar gibi hissediyorum. Hani  rahmetli Barış Manço derdi ya ''dilim dilim doğrasalar Marmara, Ege , Karadeniz ve hatta Akdeniz cacık olur''  tastamam öyle işte.
Mücadele hep eşit şartlarda olur bilirdim. Ama bir varoşta başladım mücadeleye. Bir gecekonduda ve dar gelirli bir babanın çocuğu olarak. Ama olabilirdi,  ne takımlar vardı kendisinden kat be kat zengin kulüplere azmi, inancı ve hırsıyla kök söktüren. Okul hayatım işte tam bu fikirde  devam etti. Güçlü rakiplerim özel kamplarla, modern antrenman teknikleriyle hazırlıklarını yaparken ben maçlara üstün yeteneklerimle giriyor, bilimsel olmayan tekniklerle çalışıyordum. Ne oldu diye sorarsanız '' emeklerim boşa gitmedi kaldım ligde.''

   Sonunda mesleğe ilk adım olan üniversiteye girmeyi başardım. Çevremde yine büyük camiyaya ait rakipler vardı. Ben yeniden seçmelere girip kendime takım ararken, onlar eş dost ahbabları sayesinde stajlarına başlamışlardı bile. Sonunda bir takıma kabul edildim ama bedava oynamam karşılığında. Olsun nice oyuncular vardı böyle şartlarda profesyonel olmuş. Kaliteleriyle kısa sürede diğerlerinin önüne geçmiş takımlarının sembolü olmuş yıldızlar. Kaldımda takımda, üç kuruş paraya tam 2,5 sene. Yönetmenlikten kurguculuğa kadar bir çok iş yaptım. Tam da ümidimi kaybedecekken çok önemli bir takımdan transfer teklifi aldım. Tüm alacaklarım karşılığında bonservisimi alarak, koştum bu yeni oluşuma.

    Takım da kimler yoktu ki...  Kaptan Kenan Onuk'tu, Fuat Akdağ, Okay Karacan, Yiğiter Uluğ , Fatih Kuşçu, Serkan Korkmaz, Gökhan Dinç, Murat Kosova, Barbaros Çıdal, Barış Kuyucu ...  daha bir çok yıldız ve yıldız adayı  vardı takımda. Bu güçlü takımın en zayıf halkalarından biri olarak başladığım zaman tek amacım, bir gün bu takımın, hatta ligin en iyilerinden biri olmaktı. Ha takım içinde gerekli ve sağlam bir eleman olduğum , bu takım da geçirdiğim tam 10 seneyle kanıtlanabilirdi ama hiç yıldız olamadım. Gerçi bu futbolda da öyle değil miydi? Ne emekçi oyuncular vardı, takımlarını sırtlayan. Sadece tribüne oynayanlarla olmuyordu başarılar. Emekçilerin sırtında yükselirdi takımlar hep ya. Avuttum kendimi o kadar yıl. Bu zaman zarfında bir çok yıldızlar transfer oluyordu takıma bir çok  emekçi harcanırken kolayca. Bu da vardı futbolda, menajerleri kuvvetli olanlar hep kazançlı çıkar ama kalıcılar emektarlardır. Anlatacak hikayeleri olan onlardır hep değil mi?

    Ancak bir yere kadar sürüyormuş bu macera. Takım büyüdükçe, taraftar arttıkça, artık sadece sahadaki oyun olmuyordu kıstas, bir çok etken giriyordu araya, ilk 11 'de olmak için.  Hiç futbolda olur muydu bunlar? Kim hakediyorsa o oynuyordu büyük takımlarda. Alın teriydi , oyununun güzelliğiydi önemli olan futbolcunun. Ama hayat adaletsizdi işte. Artık gitme zamanı gelmişti. Belki daha küçük ama profesyonelce oynanacak, en azından kariyere son noktayı koymadan  daha çok oyunda kalınacak başka bir takıma...

   Tahmin ettiğim gibi de oldu. Şu an kayıp olarak gördüğüm o 10 sene belki de sonrasında daha çok takım değiştirmeme rağmen, profesyonel olmama sebep olmuştu. Onca sene şampiyon olmuş bir takımda adım anılmadan geçmesine rağmen, sonrasında bir çok küçük takımda hep önemli mevkilerde oynayıp takımın yıldızları içinde bulundum. Hem de daha az antrenmanla . Sevdiğim oyunun, o güzel oyunun, futbolun hayattan daha adil olduğunu tekrar ispatlayarak kendime. İyi oyun izleniyordu , güzel oyunun aktörleri hep anılıyordu.
Acımasızca ilişkilere, paraya, çıkar sağlama adına atılan kazıklara, acımasız işverenlere, etrafımızdaki yalancılara, sahte sevgililere, adaletsiz yönetimlere, hayal kırıklıklarıyla dolu yaşamıma inat,  modelim olan bu güzel oyun, hayat denen kurgunun  çok ötesinde kahramanların, başarıların, hakem ve seyircinin gözü önünde oynanan şerefli mücadelenin arenasıydı.

    Ama olmadı, olamadı. Dünya denen düzenbaz, yaşam denen çıkarcı onu da yok etti sonunda. Benim gibi hayatının en büyük zevkine, en büyük düşüne sahip bir yığın insan, izledikleri futbol hikayelerinin, kendilerine hayal perdesinden yansıtılan özlemleri olduğunu ancak perde yıkılınca anladılar. Şike denen masal kahramanının aslında gerçek bir aktör, maç kazanan, kupa alan, şampiyonluk destanları yazanların, güzel oyun kahramanları değil futbolu köle eden patronlar olduğunu gördüler. Hala bu tabloyu kabul etmek istemeyen futbol aşıkları kendilerini avutmaya çalışsalarda ben anladım ki...

   Bana yalan söylediler oysa   ben futbolu sevmiştim.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

KAFASINI OMUZUNUN ÜZERİNDE TAŞIYAN ADAM

     Üstümüze vazife edindiğimiz Güzel Oyun'u anlatma maceramızın belki de en zorlularından birini yaşadık bu son dönemde. İnsan o kadar zengin içeriğe sahip bir yaratık ki. Hayatı en basit olanını bile anlatmak büyük meşakkat gerektiren, lugatta bulunan tüm kelimelerin bazen kifayetsiz kaldığı hikayelere sahip.
 
       Rahmetli Hasan Doğan'ın ölüm yıldönümü dolayısıyla hazırladığımız belgesel ise gerçekten en zorlu hikayelerden biriydi. Beş aylık Güzel oyun macerasına o kadar çok şey sığdırmıştI ki rahmetli, anlatmakta çok zorlandık. Kiminin yıllarını harcadığı futbolda, adının bile anılmadığını ibretle görürken, bu kadar kısa bir sürede, giderken Güzel Oyun'u öksüz bırakacak kadar kendine alıştıran bu insanı anlamak ve anlatmak gerçekten çok zordu.


       Sevgili kardeşim Evren Göz'le beraber hayatımıza kattığımız bu yeni deneyim, kendi adıma hayat denen bu anlaşılması güç yolculuğun aslında ne kadar basitce anlamlandırılabileceğini öğretti bana. Evet maç doksan dakikadır ama onu sizin adınıza anlamlı kılan son düdük çaldığında, oyunda kaldığınız süre boyunca oynadığınız oyunun ne kadar takdir topladığıdır. Bu hayatın son düdüğü olan ölüm de, işte bu hayat denen doksan dakikanın ne kadar anlamlı olduğunun emaresidir bir bakıma.

      Anladım ki, öldükten sonra saadet, hiç ölmeyecek gibi yapılan fedakarlıklardır. Öldükten sonra gurur, arkada kalanlar tarafından, dürüst, boyun eğmez, kafasını omzunda taşıyan bir insan olarak anılmaktır. Öldükten sonra onur, arkada kalanların oy birliği ile verdiği şeref madalyasıdır. Öldükten sonra huzur ise  arkada kalanların gidenin ardından döktükleri iki damla temiz gözyaşıdır. Hatta hatta tüm ömrün anlamı bu maçı izleyenler tarafından dökülmüş , kaynağı kalpten yola çıkmış bu iki damla göz yaşının anlattıklarıdır.

     Güzel Oyun'un unutulmaz emekçilerinden Hasan Doğan'a Allah'tan rahmet dileriz...

Güzel Oyun Hasan Doğan'ın Vedası aşağıda ki linkte....


GÜZEL OYUN HASAN DOĞAN'IN VEDASI 1.BÖLÜM kazimkarabekirpasa


GÜZEL OYUN HASAN DOĞAN'IN VEDASI 2.BÖLÜM kazimkarabekirpasa

24 Mayıs 2011 Salı

SPOR SERVİSİ Mİ? SKOR SERVİSİ Mİ?



Farkında mısınız? Hep zararlı şeylerin tiryakisi oluyoruz. Zararlarını  hepimiz biliyoruz ama bu bilincimize ihanet edip, bu kötü alışkanlıklarımızın en yaman takipçileri oluyoruz. Kötü alışkanlıklar, evet... Sigara, binbir türlü hastalığın sebebi diyoruz. Ama şarkılarımızda bile onu sayıklıyor, en neşeli günümüzde, en dertli halimizde can yoldaşı yapıyoruz kendimize. içki kötülüklerin anası da olsa, şarkı da diyor ya, benim en iyi dostum içkim sigaram diye. Onu biliyor , onu söylüyoruz. Üç beyazdır bizi ölüme götüren ama onlarsızda yapamıyoruz. Hep kötü alışkanlıklardır hayatta vazgeçemediğimiz. Yıllardır Türk spor medyasında da olduğu gibi. ..
Şöyle bir bakın yıllardır aynı yüzleri görüp duruyoruz. Mantık belli, kulüp yöneticileriyle organik bağlar. Rüzgar nereden eserse oraya doğru bir taarruz ve yıpratma; kim size destek atarsa oraya doğru bir meyil, bir övgü. Balık baştan kokar misali kurulmuş spor servisleri. Bazen bitecek artık dedikce arkalarından gelen varisleri. Yerlerini korumak için kaliteli insanlar yerine, kendilerini hiç bir zaman geçemeyecek kalitesiz kopyalarını yetiştiren servis müdürleri.  Değişen Türkiye'ye karşı savunma mekanizmaları da sürekli kendini yenileyen ama bilinçlerini, anlayışlarını hiç bir zaman yenilemeyen gazeteciler, TV yüzleri.  Basit bir spor karşılaşmasını (adı üstünde SPOR), yani bedenen yapılan mücadeleyi hatta bir eğlence aracını  dünyada olan binbir türlü olaya, memleketin binbir türlü derdine rağmen gündemin tepesine oturtmayı başarabilen  sihirbazlar. Sporu sürekli  geliştirdikleri envai çeşit teknikle, değme paparazzicileri bile geride bırakarak yapılmış magazin programları. Gelişen futbolumuza, değişen taraftar profilimize, teknolojiyi üst düzeyde takip edip tatbik eden yayın organlarımıza rağmen nasıl olouyorda bu batıl inançtan vazgeçilemiyor? Nasıl oluyorda bu isimler hep yerlerinde kalıyor peki? Doğanın bile bir  döngüsü varken evrende hiç bir şey durağan kalmazken, uzay bile her an genişlerken bu zihniyet neden olduğu gibi duruyor? Yıllardır spor yazarlığı, spor yayıncılığı adı altında zengin olan bir kaç kişi dışında hiç kimse bunu bilmiyor ya da düşünmüyor. Neden bir çok genç meslektaşım bu düzeni degiştirme antları içtikten sonra (ki bir çoğuna tanık oldum) yönetici olur olmaz aynı çarklara adapte olmak yada sessiz kalmak zorunda kalıyor? Neden spor severlerin maç çıkışlarında protesto ettikleri , taraftar gruplarının kin kustukları bu insanlar hala oldukları yerlerde bilirkişi olarak kalabiliyorlar peki?
Cevap aslında çok açık ve çok acıklı. Çünkü bu insanları izliyoruz, yazılarını takip ediyoruz ve her pazartesi acaba ne diyecekler, acaba ne yazacaklar diye merak ediyoruz. Bize öyle uzun zamandır, öyle güzel yöntemlerle enjekte etmişler ki anlayışlarını ne kadar dolambaçlı, ne kadar kaba ya da ne kadar oynak  söyleseler de anlıyoruz dediklerini. Onları dinleyip işimize gelenleri takdir ediyoruz. Duymak istemediklerimizi söylediklerinde de küfürler ediyoruz. Ama ne olursa olsun onları seviyoruz, bağımlı gibi takip ediyoruz. Program saatlerini aklımızda tutuyor, gazetelerde ilk onların köşelerine bakıyoruz. Onlara hoca, duayen gibi sıfatlar takıyoruz.
Dedim ya her kötü alışkanlık insana zevk verir ama bizim o zevk sandığımız şey aslında bağımlılıktır. Ve bu bağımlılık bizden ziyade Türk Sporu'na zarar vermekte ve biz okudukça, izledikçe üstüne bindikleri  reyting denen engel, ahlak veya doğru-yanlış tanımayan canavarla yollarına devam ediyorlar. Ha ne mi olacak? Marka değeri dediğimiz sanal gerçeklik ne kadar artarsa artsın Türk Sporu bir iddia aracı, bir rant ve kitleleri uyuşturan bir etken  olmaktan hiç kurtulamayacak; hem de içindeki binbir güzelliği heba ederek.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

GALATASARAY HALA BENİ BEKLİYOR...

GÜZEL OYUN- PASCAL NOUMA


Pascal Nouma: Galatasaray hala beni bekliyor...
Klasikleşen Güzel Oyun Belgeseli'nin Pascal Nouma'nın konuk olduğu bölümü. Kaçıranlar için tekrar internette...


GÜZEL OYUN PASCAL NOUMA kazimkarabekirpasa

22 Şubat 2011 Salı

GÜZEL OYUN- ÖZHAN CANAYDIN'IN VEDASI

ÖZHAN CANAYDIN'IN VEDASI (TSYD TARAFINDAN TV ESERLERİ DALINDA ÖDÜLE LAYIK GÖRÜLDÜ)


Beyefendi kişiliğiyle sadece Galatasaray'a değil Türk Futbolu'na da kaybolmayan izler bırakmış olan Özhan Canaydın'ın hayatını olabildiğince anlatmaya çalıştığımız bu belgeseli kaçıranlar için tekrar yayınlıyoruz.
Nasıl bilirdiniz? Biz iyi bilirdik. Mekanı cennet olsun... İyi seyirler...


ÖZHAN CANAYDIN PART 1
Yükleyen kazimkarabekirpasa. - Basketbol, beyzbol, güreş ve diğer spor videoları.



ÖZHAN CANAYDIN PART 2_1
Yükleyen kazimkarabekirpasa. - En yeni ve en heyecanlı spor videolarını keşfedin.