Sayfalar

15 Temmuz 2011 Cuma

BANA YALAN SÖYLEDİLER...



    Sözüm meclisten dışarı dostlar son günlerde  kendimi hıyar gibi hissediyorum. Hani  rahmetli Barış Manço derdi ya ''dilim dilim doğrasalar Marmara, Ege , Karadeniz ve hatta Akdeniz cacık olur''  tastamam öyle işte.
Mücadele hep eşit şartlarda olur bilirdim. Ama bir varoşta başladım mücadeleye. Bir gecekonduda ve dar gelirli bir babanın çocuğu olarak. Ama olabilirdi,  ne takımlar vardı kendisinden kat be kat zengin kulüplere azmi, inancı ve hırsıyla kök söktüren. Okul hayatım işte tam bu fikirde  devam etti. Güçlü rakiplerim özel kamplarla, modern antrenman teknikleriyle hazırlıklarını yaparken ben maçlara üstün yeteneklerimle giriyor, bilimsel olmayan tekniklerle çalışıyordum. Ne oldu diye sorarsanız '' emeklerim boşa gitmedi kaldım ligde.''

   Sonunda mesleğe ilk adım olan üniversiteye girmeyi başardım. Çevremde yine büyük camiyaya ait rakipler vardı. Ben yeniden seçmelere girip kendime takım ararken, onlar eş dost ahbabları sayesinde stajlarına başlamışlardı bile. Sonunda bir takıma kabul edildim ama bedava oynamam karşılığında. Olsun nice oyuncular vardı böyle şartlarda profesyonel olmuş. Kaliteleriyle kısa sürede diğerlerinin önüne geçmiş takımlarının sembolü olmuş yıldızlar. Kaldımda takımda, üç kuruş paraya tam 2,5 sene. Yönetmenlikten kurguculuğa kadar bir çok iş yaptım. Tam da ümidimi kaybedecekken çok önemli bir takımdan transfer teklifi aldım. Tüm alacaklarım karşılığında bonservisimi alarak, koştum bu yeni oluşuma.

    Takım da kimler yoktu ki...  Kaptan Kenan Onuk'tu, Fuat Akdağ, Okay Karacan, Yiğiter Uluğ , Fatih Kuşçu, Serkan Korkmaz, Gökhan Dinç, Murat Kosova, Barbaros Çıdal, Barış Kuyucu ...  daha bir çok yıldız ve yıldız adayı  vardı takımda. Bu güçlü takımın en zayıf halkalarından biri olarak başladığım zaman tek amacım, bir gün bu takımın, hatta ligin en iyilerinden biri olmaktı. Ha takım içinde gerekli ve sağlam bir eleman olduğum , bu takım da geçirdiğim tam 10 seneyle kanıtlanabilirdi ama hiç yıldız olamadım. Gerçi bu futbolda da öyle değil miydi? Ne emekçi oyuncular vardı, takımlarını sırtlayan. Sadece tribüne oynayanlarla olmuyordu başarılar. Emekçilerin sırtında yükselirdi takımlar hep ya. Avuttum kendimi o kadar yıl. Bu zaman zarfında bir çok yıldızlar transfer oluyordu takıma bir çok  emekçi harcanırken kolayca. Bu da vardı futbolda, menajerleri kuvvetli olanlar hep kazançlı çıkar ama kalıcılar emektarlardır. Anlatacak hikayeleri olan onlardır hep değil mi?

    Ancak bir yere kadar sürüyormuş bu macera. Takım büyüdükçe, taraftar arttıkça, artık sadece sahadaki oyun olmuyordu kıstas, bir çok etken giriyordu araya, ilk 11 'de olmak için.  Hiç futbolda olur muydu bunlar? Kim hakediyorsa o oynuyordu büyük takımlarda. Alın teriydi , oyununun güzelliğiydi önemli olan futbolcunun. Ama hayat adaletsizdi işte. Artık gitme zamanı gelmişti. Belki daha küçük ama profesyonelce oynanacak, en azından kariyere son noktayı koymadan  daha çok oyunda kalınacak başka bir takıma...

   Tahmin ettiğim gibi de oldu. Şu an kayıp olarak gördüğüm o 10 sene belki de sonrasında daha çok takım değiştirmeme rağmen, profesyonel olmama sebep olmuştu. Onca sene şampiyon olmuş bir takımda adım anılmadan geçmesine rağmen, sonrasında bir çok küçük takımda hep önemli mevkilerde oynayıp takımın yıldızları içinde bulundum. Hem de daha az antrenmanla . Sevdiğim oyunun, o güzel oyunun, futbolun hayattan daha adil olduğunu tekrar ispatlayarak kendime. İyi oyun izleniyordu , güzel oyunun aktörleri hep anılıyordu.
Acımasızca ilişkilere, paraya, çıkar sağlama adına atılan kazıklara, acımasız işverenlere, etrafımızdaki yalancılara, sahte sevgililere, adaletsiz yönetimlere, hayal kırıklıklarıyla dolu yaşamıma inat,  modelim olan bu güzel oyun, hayat denen kurgunun  çok ötesinde kahramanların, başarıların, hakem ve seyircinin gözü önünde oynanan şerefli mücadelenin arenasıydı.

    Ama olmadı, olamadı. Dünya denen düzenbaz, yaşam denen çıkarcı onu da yok etti sonunda. Benim gibi hayatının en büyük zevkine, en büyük düşüne sahip bir yığın insan, izledikleri futbol hikayelerinin, kendilerine hayal perdesinden yansıtılan özlemleri olduğunu ancak perde yıkılınca anladılar. Şike denen masal kahramanının aslında gerçek bir aktör, maç kazanan, kupa alan, şampiyonluk destanları yazanların, güzel oyun kahramanları değil futbolu köle eden patronlar olduğunu gördüler. Hala bu tabloyu kabul etmek istemeyen futbol aşıkları kendilerini avutmaya çalışsalarda ben anladım ki...

   Bana yalan söylediler oysa   ben futbolu sevmiştim.

4 yorum:

  1. Yalan söyleyenler yalnız ve ancak kendilerini kandırırlar. Dürüst insanlara hiç bir şey yapamazlar. Elbette kupa alanlar, sahalarda mücadele edip maç kazanan değerli futbolcular, bu işe gönlünü verenler her zaman milletin baş tacıdırlar.Yalan söyleyenlere ortak olanlarsa zaten ortaya çıkar. Daha umutla bakmak en iyisi galiba, hem futbol hem de futbol aşıkları adına..

    YanıtlaSil
  2. Bu fotoğrafı ben tasarladım :D
    kaynak: (bkz. http://sacmalik.com)

    Yeaaa :D

    YanıtlaSil
  3. bu fotoyu tasarlayan arkadaş eline sağlık...

    YanıtlaSil